Bizden Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bizden Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2024 Salı

YENİDEN Mİ YAZMAK

Sohbet koyu. Al çayını gel :)


 Bu aralar mümkün olduğunca buralardayım. Müsait oldukça yeniden yazıyorum. Şimdi geçmişte o kadar yoğun içerik üretiyordum ve o kadar ciddiye alıyordum ki bu işi. Bir uğraşı olmanın ötesine geçmeye başarmıştım. Şimdi yine bir uğraşı olsun diye mi yazıyorum yoksa yine ötesine geçmeyi mi düşünüyorum, kararsızım. Karışık bir haldeyim yani. Neyse fazlaca aklımdakiler yer değiştirmeden hemen şuraya işleyivereyim. 

Kalem Dile Gelince

İlk olarak burası vardı. Şu an okuduğunuz bu blog. Kalem Dile Gelince. Sonra ben burayı 2015'te sildim. Dile kolay. O kadar vakit yaz, sonra bir çırpıda sil. Evet, bunu da sürekli yazıp yazıp duruyorum. Artık yeni şeyler söyle, diyorsunuz belki. Haklısınız. Şimdi yeni bir kıpırdanmayı yazıyorum. Önceki gibi silmek yok. Arşiv olsun diye yayınlamak var. Yayınlamamışsam da taslakta dursun, var. Buraya yazacak kadar değerli görmediklerim, orada burada şurada ömür tüketmekte. Türlü defter, ajanda, telefon notları... Ne olacak onlara? Ha elbette yayınlamak gibi bir zorunluluk yok. Okunması gibi bir zorunluluğunun olmaması gibi. İşte burada yine mesele "neden yazıyordum ki?" sorusuna geliyor. Yani konuyu evirip çevirip buna getiriyorum ya, helal olsun :)

Tamam, şimdi "bu blogdan sonra ne olmuştu"ya geçelim. 

Sonra ne oldu?

Öncelikle belirteyim, 2018 yılında Kalem Dile Gelince alt alan adını tekrar alabilmek beni mutlu etti. Ne yapacağımla ilgili bir planım olmasa da benimle olmalıydı. Öyle de oldu. Bloggera Kalem Dile Gelince'yi (KDG) yeniden tanıttım. O da bana "halloldu bil" dedi. Eyvallah. Neden? Çünkü biliyorum, bazı silinen veya daha çok kaldırılan blogları yeniden kabul etmiyor. Bizi etti. Sağ olsun. 

Hani yukarıda sildim demiştim ya. Hah, işte yaklaşık 2 yıl kadar sonra 2017 yılında yeniden kurcalanmaya başladı aklım. Bir şeyler yapmalıydım, ama ne!

Kıraatane, dedim adına. Kıraatane Blog. Dijital okuma platformu. Yakıştı. Logosunu çizdim. Yazılarını planladım. Kalem Dile Gelince gözden düşmemişti, sadece eski yazıların birçoğunu yazdığım kağıtlarıma ulaşamadığım zamanları doldurmak için yeni şeylere meyletmiştim. Bilgisayarda bulunan eski yazılarımı KDGye yükledim. Arada bir de sözler ekledim. Öylesine gibiydi. Hani, olsa da olurdu, olmasa da. Gayet iyi. Sorun yok. 

Kıraatanede ise daha güncel gibi duran, aktif yazarlığımı sürdürebileceğim bir alan açmıştım kendime.  -- Bloggerın en sevdiğim noktalarından biri de, topluluk. Topluluk bağı o kadar güçlü ki! Yani, bugün git, unuttur kendini. Yıllar sonra bambaşka blog olarak farklı bir isimle dön. Hoş geldin yeniden, diye karşılanıverirsin. Hakikaten. Bu güzel bir his. Bu topluluk hissini bir başka mecrada deneyimlediğim söylenemez. 

Neyse, Kıraatane diyorduk. Burası bana güzel yazıları üretmem için yeni bir alan açtı. Yazdım. Yazdım ve yazdım. Yazı dizisi olarak her salı sizinle paylaştığım Konuşmamız Gerek yazı dizisi harika geri dönüşler almıştı. Şimdi dahi en çok okunan yazı bunlardan biri. Hoş, şimdi onlar kitap vesilesiyle yayında görünmüyor. Kitabı okuyunuz, efendim :) 🤷‍♂️

Yıllar geçti, derken 2021 yılına geldiğimizde, yine bir ocak ayında, Kıraatane için nokta kom alan adı aldım. Bloggera ufak bir ara verip wordpress altyapısına taşındım. İyi de oldu. Yalnız burası biraz farklıydı. Amacım dışına çıkıp çıkmadığımı sorgular olmuştum. Zira, ben uğraşı diye başladığımı sandığım şeyi işim olarak görmeye başlamıştım. Öyle ki, Kıraatane kom olunca yatırım yapmam gerektiğini düşünerek daha çok üzerine yüklenmiştim. Yani üretmeliydim ki reklam gelsin. Reklam gelsin ki ürettiklerimin karşılığını maddi olarak çıkarayım ve böylece bir yıl sonunda Dijital İçerik Üreticilik anlamında hem alan adının hakkını vereyim hem de biraz da kazanayım, filan...

Gri ajandam var. 5 yılı içine sığdırabilen koca yürekli ajanda. 6. yılda bana veda etti :) İyi bile dayandı, anca yaz yaz, sayfaları doldu. Bu ajandada 2020 yılında şunları not etmişim Kıraatane için:

"Kıraatane neden var? Kıraatane, bir işe başlayan gencin istikrar sağlamasına yardımcı olmak, onun amacını diri tutmasına destek olmak için var. Peki, nasıl? Yazılarla motive ederek."

Eh, kabul ediyorum. Büyükçe bir vaat. Amacın hasıl olmuş olmaması bir yana, bu minvalde yazılan yazılara rastlamak zor. Konuşmamız Gerek yazı dizisi belki bunu sağlamış olsa da, birine destek olacak motive edici içeriklere yaklaşamamıştır bile. Bilmiyorum belki başka bir amacı vardı Kıraatane'nin. O sıralar bunu yazmışım :)

Kıraatane için şunları da not etmişim:

"İleride ne gibi planlarım var? Kıraatane ileride bir matbaa, yayınevi markası olabilir mi? Ya da bir işletme? Buradan beklentim nedir? Neden kurulmuştu bu blog? Y kuşağına hitap eden değerli, anlamlı içerikler üretmek."

Peki, geldiğimiz noktada ne oldu? 

"Kalem Dile Gelince blog olarak kalacak. Domain alınmayacak. Kıraatane blogspotta da olacak, alan adı da alınacak." 🤦‍♂️

Aynı notta daha neler var neler de, ben şimdi konuyu çok dağıtmadan içlerinden çekiyorum :)

"Kıraatane'nin geleceği soru işaretleri ile dolu. Bakacağız :)" 22.11.20

Bu tarihli nottan 2 yıl sonra ise aynı yere şu "bakacağız" cümlesini daire içine alarak şunu not etmişim Kıraatane ile ilgili:

"Baktık. 21.12.21 itibarıyla nokta komdan blogspota geri döndük." 18.4.22

Tarihler, tarihler... Benim için tarihler önemli ve anlamlı. Her yerde sayılar var :) Bununla ilgili günlük de tutmuşum, biraz inceledikten sonra yayınlanabilir düzeyde ise onu da Kıraatane'de yayına hazırlayabilirim. Bakacağız :)

-- Buraya kadar okuduysanız, teşekkür ederim. Biraz soluklanalım. Ben de yukarıya yazdıklarımı tekrar okuyup gözden geçireyim. Birazdan devam.

İyi de bunları neden yazdın Selimhan?

Evet, güzel soru. Gelelim bu yazının özüne. Diyorum ya sürekli geçmişi karıştırıp, şunu yaptım. Bunu da yaptım. Sonra böyle oldu, filan diyorum. Sonra uzun yıllar ortadan kaybolup, hop birden geri dönüp ben geldim diyorum. Bu bir süre daha böyle mi gider, bilmiyorum. İstikrar, yazmak, burada olmak beni rahatlatıyor. Eh, dile kolay resmi kayıtlara göre bu yıl itibarıyla 13 yıl. Maşallah. Blogger öncesini yazmıyorum. Her yıl düzenli olarak yazmadığım doğru. Ama buralardaydım. Buralardayım. Neyse, konu bu değil Selimhan. 🤦‍♂️

Şimdi, o kadar Kıraataneden bahsedip bunları Kalem Dile Gelince'de yazmamın bir anlamı olmalı. Evet. Burası ilk demiştim ya. Hep öyle olacak. Diğerleri devam etse de burası onların büyüğü. Düşündüm de, şimdi ne yapsam da burayı da canlandırsam, diğerleri de devam etse?

İşte bunu bu yazıda açıklıyorum. Bu size açıklama olduğu kadar, kendim için de dijital bir kayıt düşme anı. Sürdürülebilir olmasına odaklanmıyorum. Çünkü, kendimi sıkıştırmam, iyi yazı çıkmasından ziyade, kötü bir içerik üretmeme neden oluyor. Zorlanma yok. Acele yok. Olduğu kadar. Olduğu zaman. Fikir üretmem için sebepler ve amaçlar oluştuğunda. Bazen de öylesine. Eskiden olduğu gibi. Belki haftalık, belki aylık. 

Hali hazırda 3 ayrı site olduğu için bir düzenleme yapmam gerektiğini düşündüm. Dedim ya, silmek yok. Üzülüyor insan. Eh, yayında olunca öylesine kalmasına da gönül razı olmuyor. Lafı dolandırmaya gerek yok, yazarak ve yazdıklarımın okunuyor olmasını gördüğümde mutlu oluyorum :) İşte bunun için 3 ayrı siteyi konularına göre yapılandırma sürecine gittim.

Buna göre;

Burası, Kalem Dile Gelince daha çok günlük tarzında içeriklerle yol alsın istiyorum. Dijital günlük tadında. Telefona not mu almışım. Burada yayınlanabilir şeffaflıkta mı? E, öyleyse neden KDG'de olmasın ki! Gibi.

Kıraatane için düşüncelerim, yeniden haftalık blog yazıları ile bir konsept oluşturmak. Bugün böyle düşünüyor ve planlıyorum. Allah izin verirse, bu şekilde ilerleyeceğim. Kıraatane için odağım; geçmiş, gelecek, yazı dizisi, hikayeler, durum güncellemeleri, yaşama dair, denemeler olacak nasipse.

Bir de kişisel website var: selimhankalkan.com
Burada, Kıraatane ve Kalem Dile Gelince'yi arşiv olarak bırakmak istedikten sonraki süreçte, kişisel portföy ve kişisel marka değeri üretebilmek için video editörü ve sosyal medya editörü olduğum zamanlarda açmıştım. Blogu da orada sürdürmeyi planlamıştım. Orada yayınladığım birçok yazıyı şimdi oradan kaldırıp Kıraatane'de yeniden yayınlamayı düşünüyorum. İşte hayat. Burası bundan böyle, şayet fikrimi değiştirmezsem; kahve, çay, işletme, seyahat, iletişim ve kişisel markamı tanıtabileceğim bir alan olarak yoluna devam edecek, Allah izin verirse. 

Evet, böylece bugünden sonra, henüz bir takvim belirlememiş olsam da, bu şekilde devam ediyorum. 2 güzel ve benim için anlamı büyük blogu canlandırmak için harekete geçtim. Hayır getirsin! Yorumlarınızla ve eleştirilerinizle bana destek olun. 

Tıpkı eskisi gibi :)

Bir şey unutmuşumdur elbette, şunu da ekleseydim dediğim şeyler olursa, ileride bu yazıyı güncelleyebilirim.

Blog. İyi ki var! 👋

7 Mart 2021 Pazar

Maske

Toprak, insanlar ve teknoloji görünürde dengededir. Yüzeyin altındaysa bir çürüme vardır. Herkes psikolojik veya ahlaki bir felaketi gizlemek için yüzünde maske taşımaya çalışmaktadır...

15 Ekim 2018

10 Mart 2019 Pazar

Can kırığı





Bir yazar olarak söylemeliyim ki faydasız ve amacı olmayan TV programları size,sizin zamanınızı çalmaktan başka bir şey kazandırmaz. Beklentilerinizi artırıp sizi bulunduğunuz konumdan alır ve yükseklere taşır. Sorun şu ki orda bırakır.
Ortalama doksan dakika süren bol reklamlı şişme dizi filmden sonra paraşütsüz bir şekilde, yükseltildiğiniz yerden, yere iniş sergilerken aklınıza gelen lafın adını hatırladınız mı?
Durun ben söyleyeyim: Hayal (Can) Kırıklığı. 18.10.15


11 Aralık 2018 Salı

Blog Keşif Etkinliği - 2018




Merhaba KDG misafiri,

Bugün uzun zaman sonra yeni bir paylaşımla tekrar burada olmanın sevincini yaşıyorum. Bugün bir farklılık yapıp komşu blog yazarlarını okurken karşılaştığım Blog Keşif Etkinliği'ne KDG ve KıraataneBlog olarak katılım sağladık. İnşaAllah güzel bir etkileşim olur. 

Etkinlikle ilgili bilgiler ise şöyle:


  • Aşağıda alfabetik sırayla verilmiş olan listedeki komşu blogların Blog Keşif Etkinliğine misafir olmak
  • Blogger Takibiyle o blogları 'İzle'mek,
  • Yazıya etkinliğe katıldığınızı belirten kendi blog adreslerinizle, yorum bırakmak 
  • Bu okuduğunuz yazıyı kendi blogunuzda özgün bir şekilde kaleme alıp linklerle birlikte kendi linkinizi sıraya dizmek,
  • Ve bu şekilde sosyal mecralarda bu etkinliği paylaşmak.


İşte bu kadar

Hadi sen de bu etkileşime katıl!
Yeni yazılar, yeni yazarlar, yeni hayal dünyalarını keşfe çık

Arif Öztürk-Kişisel Blog

Bernis-Renkli Hayaller Fabrikası Blogu

Beyda'nın Kitaplığı

Blogoner

Deep Tone-Sade ve Derin Blogu

Engin Çilekçi-Sessiz Haykırış/Bilgi Kırıntıları

Esra Bayındır-Masal Zehra Blogu 

Esra Takım

FatoFotoFan

Furkan Yetek-İnsana Davet

Gizem-Mavi Daktilo Blogu

HerTelden Şef

İbrahim Erdoğan-Aylak Editör Blogu

Kelebek Etkisi

Kiremithanem

Kitaplara Kaçanlar

Lerzan Karadan-Yaşam Blogu

Müfred-Sahih Hikayeler

Neşeli Süs Evim

Pervin Garip-Beauty Pery Blogu



Yelizin Keşifleri (WordPress Tabanlı, Abone olarak takip edelim)

Yeşimle Her Telden



ve

Kıraatane

KalemDileGelince


7 Şubat 2018 Çarşamba

18 Temmuz 2017 Salı

Kıraatane'ye Gel!




Sen 3 sene kadar yaz, ondan sonra sil! Hayırlısı...

Artık buradan devam ediyoruz yolumuza İnşaAllah.

KDG yazılarını da bir ara tekrar yayınlamayı düşünüyorum...

Muhabbetle.
Selimhan Kalkan

28 Mart 2015 Cumartesi

Aşkın mürekkebi





1400 sene evvel döküldü aşk
Kalemimin ucundaki sabır kesesine
Sabırla bekledi mürekkep, yazılacak aşk kelimesini
Yıllarca okundu ismi, yıllarca dillerde ve geldi
Tek hecesi vardı, tekti; zira Tek’i sevendendi.
Her harfi kıymetli, her hecesi değerli
Birçok kez geçti ismi, her dilde birçok kere söylendi.
Kimi anladı söyleneni, kimi sade dinledi
Kimi baktı kaldı, kimi tefekkür eden bir veli
Kimi mısralarına anlattı derdini,
Kimi mısralarla aktardı anlattı hem halini
Kimi söylendi boş isyanla, gidemedi ileri
Kimi de zor dayandı lakin geçti o ince yeri.
Dil hep söyledi akıl düşündü gerçeği
Bunca sene yaşadığını yeni anladı yeni
Hakikate dönüp de lal oldu dili
Çok severdi gülmeyi, ama gülmez oldu gözleri 28.03.15

22 Şubat 2015 Pazar

Öncelik




TDK’ye göre bu kelime, bir şeyin öbüründen önce olması durumu, olarak açıklanmaktadır. Öyleyse buna göre önceliklerimi belirlemem ve bir liste oluşturmam gerekiyordu. Listeyi oluşturmam az vaktimi almasına rağmen bir türlü bu durumu idrak edebilmem haftalarımdan çaldı.evet, haftalardır bekledim. Sonra harekete geçtim ve sizinleyim hamdolsun. Tekrar.

Varsayın ki öğrencisiniz. Bir öğrenci olarak önceliğiniz nedir? Doğru, çalışmak, seviye atlamak, yarına güçlü ulaşmak.

Ya da bir doktor olduğunuzu düşünün şimdi de. Yeni keşifler, tıpta ilerleme…
Tarihçisiniz. Yeni olay ve yerleri keşfetme, ilginç şahsiyetleri irdeleme, okurlarınızı aydınlatma ve sair…

Uzatmak mümkün. Bunlar elbette öncelikler. Şimdi bir öğrencinin listesindeki diğer önceliklere göz atalım:
  • Ders çalışıp başarılı olmak
  • Ailedeki sorumluluğunu bilmek
  • Okuldaki başarı sıramı yükseltmek 
  • Kişisel becerilerimi geliştirmek…


Gelelim sözün özüne. Bu kadar listeden sonra peki, Yaradan’ın listesindeki kul olarak öncelik listemiz nedir. İşte mesele tam da bu!


Değil mi yoksa? 22.02.15

18 Ocak 2015 Pazar

Ya sence?




Çalışmak zor zanaat doğrusu, her açıdan. Fedakarlık gerektiren meşakkatli yollardan geçiren; bugün üzen, yarın güldüren, sonunda huzura ulaştıran (O’nun izniyle) kutlu bir yol. Tabi neye nasıl ne derece çalıştığımız da önemli elbet. Hiç işe yaramadığını saatlerce harcadığımız zamandan sonra anlıyorsak hele, ziyadesiyle üzücü bu işten bir an evvel kurtulmamız, bizim için daha hayırlı olabilir.

Hiç şüphesiz mâlâyâni işlerden ne kadar uzakta tutabilirsek nefsimizi, o derece “Mutmain Olduğumuz’a” yakınlığımız artar, İnşaAllah. Nitekim fikri ne ise işi de o yönde olur. Bu yüzdendir ki tutarlı, düşünerek hareket etmek, gayret göstermek, neyin kendimiz için faydalı olduğu neyin zamanımızı harcadığını tespit etmek, rahata huzura bir nebze daha yakınlaştırabilir.

Ha bir de şu var ki, böyle boşa harcadığımız zamanla kaybettiğimizi geri kazanmak epey vakit alabilir. Hal böyle olunca, zamanı zamanında yaşayamamış olmanın ıstırabı katlanarak her geçen gün artabilir.

Bugün, birilerini üzmeyeyim, onların yanında olayım derken yarın daha üzüldüğünü görünceki pişmanlığımız ve geriye dönememenin vermiş olduğu stres, bizi ve çevrenize verdiğiniz zararla, onları yıpratabilir. Ve böyle geçer gider… mi?

Hepimiz için en hayırlısının nasip olması dileğiyle. 11.01.15

11 Ocak 2015 Pazar

Kalbimin derinliklerinden dile gelenler




Bugün derinlerden gelenleri okuyorsunuz. İçimden geldiği gibi yazdım. Birkaç haftadır kelime haznem kalemimi hareket ettirecek kıvamda değil. Bu yüzdendir ki haftalardır geçiştirici kelimelerle haftayı kotarmaya çalıştım. Eksik olan bir var içimde. Onu bulmaya çalıştığımdan yüzeye önceki kadar kelime çıkmıyor. Derinlerde saklanmış kalmış, mürekkepten utanıyor sanki kelimeler.

Eh, tabi kitap okumuyorum şu sıralar. Bunun da etkisi yadsınamayacak kadar fazla. Bir de birkaç hedefi birlikte götürmek gibi bir alışkanlığa sahibim. Bu da KDG yi es geçmeme sebep oluyor.

Ez cümle, bu ara fazlasıyla kalabalık beynim. Gerçekten geçen haftalarda yazdığım gibi “Taze Dem”e (Yazıları silip tekrar yükleme yaptığım için Bu yazı gibi bazu yazıların orijinal haline ne yazık ki ulaşamadım.) ihtiyaç var.

Beynimdeki misafirler kalıcı; güzel elbet ama bazen de yorucu. Umarım getirdikleri bereket hallice. Bilirsiniz, misafirlerin on getirdiğinin dokuzu bize biri kendisine. Bu yüzden mütevellit öze dönüşümü hızlandırma çabasındayım. Dualarda anılmak dileğiyle, öze dönüş yolunda. 11.01.15

6 Aralık 2014 Cumartesi

UMUT doLU OL!




Dağ evindeyim. Sobayı yakmak için odunlara eşlik eden kozalakları topluyordum. Ansızın yağmur bastırdı. Çok hızlı ve şiddetli yağıyordu. Eve doğru koşmaya başladım. Fakat ileride bataklık olduğunu görünce durdum.. Eve giden tek yol burasıydı. Yağmurun şiddetiyle çıkılmaz hal alan bataklığı aşıp eve ulaşmam gerekiyordu.

Durdum. Acele etmek yerine düşündüm. Bu bataklıktan sıyrılmalıydım. Paçaları sıvadım. Henüz içine girmediğim için mutluydum. Montumu çıkarıp içine kozalaklarla odunları koydum. Bataklığın diğer tarafına doğru fırlattım. Birkaç geri adım attım. Derin bir nefes alıp cesaretimi toplamaya çalıştım. Harekete geçmek için gereğinden fazla düşünseydim, saatlerce ıslanmış bir adam soğuk bir ormanda nelere maruz kalırdıysa öyle bir halde kalırdım. Olağanca gücümle sıçrayarak bataklığın üzerinden süzülerek karşı tarafa geçtim. Uzun süren bu çabam sonucu –O’nun izniyle- montumu kucaklayıp evime koştum. Üzerimi çıkarıp duşa girdim. Çıktım.

Çayımı demledim. Sobamı yaktım. Plağı taktım. Penceremin kıyında duran koltuğuma oturup yağmuru seyrettim. Şayet o bataklıktan geçmek için imtina etseydim, bu keyfi tadamayacaktım.

Engeller aşılmak içindir. Sonunda mutlu olacaksan acı çekmeye değer. Mutluluğu değerli kılan acının varlığıdır en nihayetinde. Yağmur dindikten sonra güneş açacaktır. Sürekli kış, sürekli gece yoktur. Babama. 06.12.14

20 Kasım 2014 Perşembe

Dert




Söylemeyeyim söylemeyeyim diyorum ama artık içimde tutamıyorum. Yahu, o kadar kelimeyle günde bilmem ne kadar cümle sarf ediyoruz, yarıdan fazlası laf olsun!

Ey insan düşün bir! Söylediğin sözlere riayet etseydin, şimdi ömrün kurtulmuştu belki de. Belki içinde bulunduğun buhranlı günlerden tez elden sıyrılırdın. Nedir bu her konuda konuşayım azmi? Anlamıyorum gerçekten.

Düşünün şimdi, bir cümle düşünün. Aklınıza müthiş cümle geldi, hoop “hemen paylaşayım…” modundasınız, “…ailemle, 
arkadaşlarımla, cümle dostumla.”

A, bunun bir de a-sosyal ortamı var canım(!)

Paylaştınız ama arkası? Paylaştığınız/söylediğiniz söz sizi yansıtıyor mu efendim? O sözü yaşıyor musunuz? Söylediklerinizin biri size uysa “tamam” diyeceğim. Yahu, günde bir cümle söyle yaşayarak söyle. Kendime de kızıyorum! Sen o kadar hafta yaz, hiçbirine uyma. Ne anladım ben bu işten?

Velhasıl, (sanki yukarıdakileri boşuna anlatmışım, anlatmasam konu anlaşılacakmış gibi, velhasıl) bir cümle kuruyorsanız o cümle, sizin onunla amel edebileceğiniz bir cümle olsun. Lütfen, bari kendiniz için yapın bunu.

İmam-ı Azam hazretlerinin bal hikayesini anımsayın. Bir de böyle yaklaşın bu yazıya.


İncittimse affola. 20.11.14

17 Ekim 2014 Cuma

Ben de anlamadım




“Yazmak için yeterince birikmemiş olmanın bir sebebi kitap okumaya ara vermektir” derler, doğrudur. Zira bu ilk paragraf hayli bozuk anlatımlı oldu. Fakat hem kitap okuyup hem de birikmemiş olmanın altında farklı nedenler var sanırım. Ne bileyim, belki duygu sınırının altında kaldı kelimelerim, galiba (böyle bir şey var mı bilmiyorum) o yüzden bu ana kadar yazmamışım.
Çoğu kez geri dönmek istedim. Bugün gibi. Ama bir türlü makul bir neden bulup kendimi yazmaya adapte edemedim. Belki de konu bulmakta tıkanmışımdır. Her nedense de bugün buradayım: Kağıda duyduğu özlemi bana dile getirdiği için kalemim. “Artık” buradayım demeyi ister(d)im ancak garantim yok yarına. (Her anlamda) korkarım tekrar yazıya ara vermekten çünkü seviyorum kaleme sarılmayı. Parmaklarıma benden daha iyi bakıyor kalemim. Belki de bu yüzden buradayım. Belki terakki için?
Duygu durum bozukluğu mu dersiniz bilmiyorum ama kendimi tekrarlayarak kalemimle kağıdı boğmak istemiyorum.

Haftaya görüşmek dileğiyle. 17.10.14


Selam ile…


15 Haziran 2013 Cumartesi

Nereye gidiyorsun?



Bir  hayal  kurarsın,  düşünürsün,  sevinirsin,  mutluluk  verir. 
Gerçekleri  görürsün  yüreğin  yanar. 

Bir  zarf  alırsın,  açarsın,  okursun,  anlarsın:  yüreğin  yanar.

 Bir  iltifat  duyarsın,  hoşlanırsın,  kendine  bakarsın,  fark edersin:  yüreğin  yanar. 

Bir  kız  görürsün,  bakarsın,  bakarsın,  hoşlanırsın, duygulanırsın:  yüreğin  yanar. 

Bir  söz  duyarsın,  dinlersin,  dinlersin,  anlarsın,  erken alışırsın geç bırakırsın. 

Hayatında  olup  biten  bütün  olayların  tevafuk  etmesinden süregelen  bütün  dizilerin  tek  bir  parçasını  piksel  piksel araştırmak  istersen,  bu  sonuçları  alırsın.  Merak  ediyor musun  duyacağın  [okuyacağın,  göreceğin)  sözü? 

Nereye  gidiyorsun? 


Haziran 2013 tarihli yazı

14 Ocak 2013 Pazartesi

Anksiyete



B. 

Anksiyete:  Rüya  sırasında  oluşan  korku,  endişe,  stres,  korkuya  bağlı  gerilim  durumu. 

Güneş  bulutların  ardında  saklandı  uzun  süre...  Onu  seyrederken  zaman  daha  yavaş  ve zaman  daha  hızlı  geçiyordu.  Çok  uzun  zaman  sonra  ve  ansızın  akşam  olmuştu.  Saat  on sekiz  yirmi  beş  idi[18.25).  Cümlelerim  birbiriyle  çelişirken  ben  güneşi  seyretmeyi zorunlu  olarak  bıraktım  ve  kitabıma  yöneldim.  Bu  arada  annem  yemek  hazırlıyordu. Televizyonu  açtım-kitapla  iyi  uyum  sağlıyor  zannımca-ve  bu  zaman  aralığını  kitapla geçirmeye  başladım.  Kitabımın  adı:  Kendini  Bul! 

İsmi  ve  kapağı  oldukça  çekiciydi.  Yeni  başlamıştım.  Sırf  çekici  geldiği  için  bir  kitaba başlanıyorsa;  bilinmeli  ki  “yazar  gerçekten  işini  biliyor”  demektir. 

Dubleks  evimde,  geniş  odamda,  konforlu  yatağımda  uzanmış  bir  şekilde  “Kendini  Bul!” ile  kendimi  tanımaya  çalışıyordum. 



Aşağıda  annemle  babam  birbirlerine  bağırıyorlardı.  Olanları  dinlemek  için  kapıya yaklaştım  -odamın  kapısına- 

Annem:  Bu  işi  Taner’i  vermeden  de  halledebiliriz!  Neden? 

Bu  arada  Taner  ben  oluyorum… 

Babam:  Neden  ısrar  ediyorsun?      …Anlamıyorsun… 

Annem:  Onun  geleceği  ile  oynayamayız  değil  mi? 

Babam:  Tabi  ki  onun  geleceği  ile  oynamıyoruz.  Sen deli  misin,  böyle  bir  şey  olmayacak! Sadece… 

Annem babama  karşı  beni  savunuyordu.  Ben  hala olayı merak  ediyordum.  Babam  beni bir  yere/birine mi  verecekti?  Niçin?  Ya  da  annem  neden  gelecek kaygısı  taşıyordu,  benim için? 

Babam:  Sadece… 

Annem:  Sadece  ne? O an zil  çaldı.  Merdivenlerden  yavaşça  inmeye  başladım. 

Babam:  Taner! 

Babamın  bu  sesiyle  geri  çekildim.  Bu  ses  tonundan  hiçbir  zaman  hoşlanmamışımdır.  Ya çok  sinirli  olduğunda  ya  da  benim  istemediğim  bir  şeyi  benim  adıma  karar  vererek yaptığında  böyle  olurdu. 

Bunun  için  tekrar  odama  doğru  ilerledim.  İçeri  girdim.  Kapımın  anahtarını  aradım. Masamda  duruyordu.  Evin  kapısı  sertçe  kapandı. 

Bu  sesi  duyabildiğime  göre  çok  sert  kapandı.  Merdivenlerden  hızla  çıkan  biri  vardı. Ayakkabı  seslerinden  erkek  ya  da  kadın  olduğu  anlaşılmıyordu.  Ki  artık  topuklu  ile kundura  aynı  işlevi  görürcesine  imal  ediliyordu[!).Kapımı  kilitlemek  için  kapıya yöneldim.  O  sırada  kapının  kulpunu  tuttu,  müphem  şahıs.  Korktum.  Ellerim  titreyince anahtarı  elimden  düşürdüm.  Yere  eğildim  anahtarı  almak  için.  Bu  sırada  kapıdan  sertçe bir  ses  geldi.  Kafamı  kaldırdım.  Meğer  kapımdan  kurşun  geçmiş.  Anahtarımın  yere düşmesi  beni  ölümden  kurtarmıştı. 

Korkum  artıyordu.  Geniş  odam  bana  daracık  oldu.  Nereye  kaçacağımı  bilemedim.  O  an hiç  düşünmeden  kapıyı  tekmeleyerek  dışarı  çıktım.  Bu  güçle  –kapı  dışa  açılıyor-kapının arkasında  duran  şahsı  da  düşürdüm.  Birkaç  saniye  onu  incelemeye  vakit  bulabildim. Takım  elbisesi,  bu  takıma  uyum  sağlamış  –  sanırım  koşmaya  önceden  hazırlanmış  – spor  ayakkabısı  ile  yakışıklı  biri  yatıyordu  yerde.  Fiziği  de  oldukça  iyi  görünüyordu.  Özel eğitimli  bir  polis  ya  da  bir  ajan  olabilirdi[!).Ya  da  ben  çok  hayalperesttim.  Hızlıca merdivenlerden  inerek  dış  kapıya  yöneldim.  Sağa  sola  bakındım;  ama  bir  türlü  annebabamı  göremedim.  Biraz  önce  bağıranlar  yoktu. 

Hemen  dışarı  çıktım.  Gökyüzünde  bembeyaz  bulutlar  vardı.  Güneş  tam  karşımdan yüzüme  vuruyordu.  Gökyüzü  masmaviydi.  Şaşırtıcı  olan  şu  ki  biraz  önce  akşam  olmuştu. Ne  oluyordu?

 Korkum  giderek  artmıştı.  Koşmaya  başladım.  Sürekli  koşuyordum.  Koşuyordum… Koşuyordum.  Sonu  olmayan  bir  yol  gibi  duruyordu  önümdeki  yol.  Bu  güzel  havada dışarıda  kimse  olmaz  mı  yahu?  Yoktu… 

O an “Ben  Kimim?  Neredeyim?  Ne  oluyor?”  sorularını  sormaya  başladım.  Garip  bir duyguydu.  Arkamı  döndüm.  Elimi  dizlerime  koyup  öne  eğilerek  biraz  dinlenmek  istedim. Aynı  zamanda  arkamdakini  izledim.  Ama  kimse  yoktu.  Beni  takip  eden  kimse  yoktu. 

Bembeyaz  bulutlar  yerini  kapkara  bulutlara  bıraktı.  Güneş  yine  erken  yoruldu.  Mesaisini erken  bitirdi.  Bulutlar  sertçe  yağmur  yağdırıyorlardı.  Bana  mıydı  bu  kızgınlık? 

Yavaşça,  meraklı  gözlerle  etrafı  seyrederek  yürümeye  başladım.  Mevsimsel  olaylar gerçekleşirken  ben  de  değiştiğimi,  değişime  uğradığımı  fark  ettim.  Bir  an  korkuya kapılıyor  bir  an  mutlulukla  coşuyordum.  Şu  an  ise  endişelere  sarılıyordum. 

Ayakları  yerle  buluştuğunda  “şap  şap”  ses  çıkarışından  arkamdan  birinin  koştuğunu  fark ettim.  Döndüm  arkama;  üzerime  bir  mermi  geliyordu.  Tam  omzumdan  vuruldum.  O  acıyı hissettim.  Omzumdan  yere  kan  her  aktığında,  yağmur  kanı  temizliyordu.  Nedensellikler güzeldi.  Kan  akıyor,  yol  kirleniyor,  yağmur  temizliyordu.  Başımı  kaldırdım,  önümde kimse  yoktu  yine.  Ama  hala  vurulduğumu  hissediyordum. 

—Taner!  Taner…  Oğlum,  hadi  kalk  yemek  hazır. 

O da  nesi?  Rüya  mıydı?  Saat  kaç?  On  sekiz  otuz  iki:[18.32) 

Ne  yani  uyumuş  muydum?  TV  açıktı.  Evet,  en  son  annem  yemek  hazırlarken  ben  güneşin batışını  seyrediyordum.  Sonra  bir  kitaba  yönelmiştim.  Neydi:”  Kendini  Bul!” 

İçinde  bir  adamın  upuzun  bir  yolda  durmaksızın  yürüdüğü  yazıyordu.  Yağmur altında[!)Ne  garip  değil  mi?  TV’  de  de  bir  adamla  bir  kadın  birbirlerine  bağırıyorlardı. Bunları  rüyamda  görmüştüm.  

Bunların  bir  açıklaması  vardı.  Peki…  Vuruluşum… Vuruluşumun  sebebi  neydi;  rüyanın  son  noktası  olan? 

Annem  beni  uyandırmaya  çalışırken  sürekli  olarak  omzuma  vuruyordu.  En  uzun  rüyamı görmüştüm.  Ve  zaman  çok  hızlı  ve  çok  yavaştı… 13.1.13 

Bu yazı için Furkan Yetek,e teşekkürler...

KDG İlk Blog Yazısı

Yalnızlık

Blogger'daki ilk yazımdan sadece başlıktı, geriye kalan.. yer vermek istedim.. 2011 yılında başladığım blog yazılarını  2015'...

Tüm zamanların en çok okunan 3 yazısı